8 Eylül 2016 Perşembe

FİLM İNCELEME | UMUT

BİR YILMAZ GÜNEY FİLMİ / UMUT (1970) 

   İnsana her sahnede ''Umut fakirin ekmeği.'' dedirten bir Yılmaz Güney klasiği...
  Burun kıvırdığımız, hor gördüğümüz, kabul edelim kimi zaman küçümsediğimiz her şeyin kimileri için bir yaşama bedel olduğunu yüzümüze çarpan bir yapıttır Umut. 
   Önce yaşadığımız dönemin sonra da 'Umut' filminin perspektifinden bakalım yaşama. Bir yanda tek arzusu etrafındaki herkesi piyon haline getirip çıkarları doğrultusunda hareket etmek olmasına rağmen, ahlarla vahlarla büyütülen bir nesil, diğer yanda elinde 25 kuruşla tuz almaya gönderilip, o parayı bisiklet sürmeye verdi diye dünyanın dayağını yiyen bir nesil. 
   O zamanın şartlarını her zaman yaptığı gibi yoksulluk teması üzerinden izleyiciye aktaran Güney, bizlere ''Böyle bir yokluğu nasıl sırtlanır insan?'' diye sordurmadan edemiyor... 

   ''Paran olmadı mı dünyada senden kötüsü senden pisi yoktur, her yerden kovarlar seni fakirin yüzü soğuktur...''

   Filmde, arabacılık yaparak geçimini sağlamaya çalışan Cabbar(Yılmaz Güney) her gece üzerinde, yarı tok yarı aç yatan ev halkının, borçlandığı ağaların, bir de sıra gelirse kendi yorgunluğunun ağırlığıyla dalıyor uykuya, kim bilir en son ne zaman tek derdi kendisi olmuştu...Zaman geçtikçe Cabbar'ı zorlayan bu yaşam , her defasında yeni bir umutla kontrol ettiği milli piyango biletini bile yırtar atar hale getirirken hiç utanmıyor, çekinmiyor. Bu zorlu yaşamın akıp gitmeye çalıştığı eve uzak olmayan villalarda ise keyifler yerinde, havuz kenarlarında buzlu içkiler yudumlanıyor.
    Yoksulluğun, insana bitmez tükenmez bir umut aşıladığı vurgulanan bu yapıtta insanın zor durumdayken nelerden medet umabileceği, neler yapabileceği de gayet başarılı bir şekilde işlenmiş.
     1970 yılında senaryosuna, yönetmenliğine, yapımcılığına ve başrolüne Yılmaz Güney tarafından üstlenilerek çekilen siyah-beyaz film, 'Yüzyılın En İyi Türk filmi, 47.SİYAD Türk Sineması Ödülleri' de dahil olmak üzere toplam dokuz dalda ödüle sahip.

Berna Gözkaman
   
  



1 Eylül 2016 Perşembe

1 Eylül Dünya Barış Günü

Kendini Özleten Bir Kavram Olan ''Barış'' Üzerine

  Uzun zamandır televizyonlarda izlediğimiz, sosyal medyada okuduğumuz, zaman zaman tanık olduğumuz o göz dolduran manzaraları yeniden aksettirmek niyetinde değilim. Çünkü artık bunların lafını bile etmek istemez olduk. Yaşanan bir huzursuzluktan sonra yapılması gereken, ''Vallahi yapacak bir şey kalmadı artık.'' deyip çay bardağındaki şekeri karıştırmak yerine ''Bundan sonra ne yapsak da bu kadar can gitmese.'' düşüncesi üzerine kafa yormaktır.Her insanın elinden mutlaka bir şey gelir, çay keyifli sohbetler eşliğinde içilir. 
    Birçok can gitti yıllardır yaşanan bu tatsız olaylarda. Umursanmayanlar, hakarete maruz kalanlar oldu.Ölen bir insan, değerleri alay konusu yapılarak anılmaz. Size uzak olan bir milletin insanı illa da size kötülüğü dokunsun diye doğup ölmez. 
  Balkondan düşen saksınızı size geri getiren komşunuzdur ötekileştirdiğiniz, çocuğunuz yere düştüğünde kaldırıp göz yaşını silen, kimilerinin dünyaları verseler değişmeyeceği evladı, kimilerinin öğretmeni, dostu, arkadaşıdır...
    Eğer aynada kendimize baktığımız gibi baksaydık barışa, sevgiye değer veren 'her' insana... Komşumuza, günaydın deseydik, gülümseseydik mesela, ne kadarı eksilirdi cebimizdeki paranın?
    Zaman geçer, öyle bir afet olur ki tepemize çöker kendimizden olmayanı hor gördüğümüz o evin çatısı, karda kışta yemekler eşliğinde muhabbet edilen o bahçenin çardağı bir yağmur damlası düştüğünde tir tir titrer, belki o zaman birimizin çakmağına muhtaç kalırız da, buymuş deriz bu çektiğimiz karın ağrısının sebebi...
   Çoğumuzun sevgi uğruna, barış uğruna el ele yürüdüğümüz, gülücükler saçtığımız sokaklarda yitirdikleri oldu, şimdi onların güzel yüreklerini, umutlarını emanet ettiği köşe başlarını kazanmanın tek yolu, arkamızdaki nesil için okunacak kitaplar, boyanacak duvarlar ve daimi güzellikler bırakmaktır.

Berna Gözkaman