8 Ekim 2016 Cumartesi

''Mecburen Güvenemiyoruz!'' Diyorlar

Kaçamadığımız insanlar, kaçamayan insanlar

    2000li yıllarda gelişen teknolojiyle artan sağlık ve eğitim(?) imkanlarıyla beraber, bize çaktırmadan aramıza katılan kavramlar da oldu. Öyle ki içimizden biri gibi davranmaya çalışan bu arkadaşlar gün geçtikçe asıl kimliklerini hiç saklayamaz oldular, rahatsızlık verdiler.
   Günler geçti, birbirinden korkunç haberlerle çalkalandık, kardeşini öldürenler oldu, kadın cinayetleri tavan yaptı, intihar zamanın modası haline geldi ve bir baktık ki en son ne zaman güzelliklerden konuştuğumuzu hatırlamıyoruz. Bundan kurtulmak içinse kendimizden kaçmayı tercih ettik. Dedik ki ''Bu insanlara güven olmaz!'' Peki kim 'bu insanlar', nerede yaşarlar, ne yaparlar?
    Biz zannettik ki; her toplu taşımaya bindiğimizde gözümüzü sabit bir noktaya dikip yol boyunca çantamızın kayışıyla oynarsak, ineni bineni görmezden gelirsek, yolda yürürken herkesin ve her yerin tehlike arz ettiğini düşünürsek hem tüm ölenlerimizin intikamını alırız hem de kayıp yaşamayız. Bunların hiçbiri olmadı, insanlar öldü, insanlar gözyaşı döktü ve dökmeye devam ediyor.
    Gözümüzün önünde insanlar darp ediliyor bize bir şey olmasın diye kafamızı başka yönlere çeviriyoruz, çantamıza çarpan birine hırsız gözüyle bakıyoruz zaman zaman. Evet kötü insanlar var, kötüye giden bir durum var. Peki biz ne olduk?

Birbirimizi kaybediyoruz, sevgilimize, ailemize, arkadaşlarımıza onları bırakmayacağımıza hep koruyacağımıza dair söz veriyoruz sonra sert bir rüzgar esiyor, o an dünya duruyor ve bizden önemlisi olmuyor. Birbirimizi kaybediyoruz.

     Kimse tek başına bozuk bir düzeni onaramaz, her toplum 'birlik' olma düşüncesiyle hareket edebilir fakat 'bir' kişi her zaman her şeyi mahvedebilecek gücü kendinde bulur ve mahveder.
      Neyse ki hala umut edilebilecek birkaç şey var, sarıldığımız hayaller var. Yoksa çekilir çile değil bu yabancılık/yabanilik ne dersen.